20.10.2017

İletişim öldü

Onu siz öldürdünüz. Hep birlikte öldürdük.

İronik olarak iletişimin teknik olarak en olanaklı olduğu zamanda oldu tüm bunlar. Bunu bir tepki olarak yazmıyorum. Hepimiz içten içe biliyoruz bunu zaten. Bir kötümserin sözcükleri değil bunlar...  Azar azar öldü o. Sözcüklerim bir tenis topu gibi filenin öbür yakasına gider gitmez anlaşılmak gayreti duyulmadan filenin hemen bu tarafına fırlatılıyor. Bir seçenek topu sahanın dışına atmak belki... Susmak...

Bakın tam üç sene önce bir video çekerek intihara giden, pek çoklarını şok eden Mehmet Pişkin’i hatırlayın.. Mimiklerini yetenekli bir aktörünkü kadar iyi kullanıyor... Sözcükleri traşlı temiz yüzü kadar düzgün... Ölüm öncesi çekilmiş bu başarılı videoda şaşırmış rolü yaptığında büyüyen göz bebeklerine ve gülümseyişine bakın... Bir Al Pacino taklidi göreceksiniz orada. Saçları taranmış, yakışıklı bir adamdan beklenen her şey var: Bir centilmenin elinde sigara ve zarif bir şarap kadehi, dinlediği eski bir jazz parçası ile sanki 70’lerde bir Paris cafe’sinden fırlayıp da gelmiş gibi... Kime süsleniyor Mehmet? Kime yapıyor bu şovu? Kimden bekliyor alkışı ya da merhameti?

Sonra Amerikan İngilizcesi ile söylenmiş o veda sözleri... Şişli’de bir Avm’de amatör kameraya yansıyan intihar eden şu psikolog kadına bakın ya da... Topuklu ayakkabısını giymiş, makyajı muntazam, sanki biraz önce makyaj odasından çıkmış; yönetmenden direktif almış çalışkan bir aktris görünüyor sahnede... Öyle soğuk kanlı yürüyor ki parmaklıklara... Aşağıya bakıyor kimse var mı diye... Ölürken başkasını yanında götürmek istemiyor belki... Ya da planın başarısızlığa uğramasından korkuyor...   

Gündelik hayatta yakışıklı ve güzel zombiler kaplıyor etrafımızı. Herkes cafcaflı laflar ediyor ve hiçbir yere varmayacağının farkında belirsiz korkak kederli bir arzu söz konusu... Az sonra bir halatı boynuna geçirecek olan Mehmet hâlâ gülmeye gayret ediyor... Neden? “I love you all” der demez, dil çıkarıp “not all” diyor yine kameraya gülümseyerek... Et parçası olan dili, lisan olarak diline muhalefet ediyor...  Sevgi sözcüklerini fısıldarken yutkunuyor... Yutkunması ile bedeni sözlerine ve görüntüsüne muhalefet ediyor...  Dili sürçüyor yine... Eski sevgililerine manyaktılar demekten geri duramıyor... Ama yine de utandırıyor bu Mehmet’i belli ki... Kötü sözler söylemek yasaklanmış düzgün bir şirket elemanı gibi... Bu suçlulukla hemen üstüne ekliyor, özür diler gibi: “Ben de manyaktım tabii...” Evet o kaltaklara manyak derken bile suçluluk duyuyor Mehmet. Bu düzende, arkadaş çevresinde, eski sevgililerinde bir kötülük bulmaya cesaret edemiyor bir türlü. (Bir halatı boynuna geçirmekten bile daha zor bu)... Bulmasına izin vermiyor zihni ona. Bu zihni şekillendiren sistem ağzını şapırdatıyor, ağzına acı biber sürmekle tehdit ediyor... Mehmet’in ağzından bir türlü kaltak sözcüğü çıkamıyor, orospu çocukları çıkamıyor; muntazamlığına bir halel gelmiyor bir türlü. Nefret edemiyor bu sistemden. Nefret edemeyen hâliyle aşık da olamıyor. Ve hatta özgür iradesiyle bu oyundan çıksa, “partilemekten” artık vazgeçse de; hakiki anlamıyla ölemiyor bile...