3.02.2013

Madde ve Mana’ya dair - II


En son söyleyeceğimi en başta diyeyim. İkinci kez okuduktan sonra ikna oldum ki, Tura'nın kitabı kabullenemeyeceğim barizlikte teleolojik dinsel bir öz barındırıyor. Oluş'un bir maksada uygun davranışı bazlı olarak yapılan zorlama sentezler kitapta sıkça tekrarlanıyor. Defalarca, ontolojik olmanın yanı sıra siyasi olarak da sakat noktalara çıkan bir "normatiflik" baz alınıyor.

Kitapta ileri sürülen rasyonel tarza uygun davranan doğanın normatif olduğu çıkarımı, açık ki önemli noktaları gözardı ediyor.

Tesadüfi de olsa bir bir "rasyo"ya (Tura'nın deyimiyle parça-bütün ilişkisine) uygun tarzda, evrimsel sürece uygun olarak gelişen bireyler'den çıkıp, bir maksat belirlemenin en bariz sorunu "elenen, evrimsel sürecin elediği bireylerin ya da genlerin" (mutantların, arızi olanın) inkarı, gözardı edilmesi… Bunların "maksada" uygun olmadığı mı düşünülmektedir? Yoksa bunlar "maksat" yolunda kurban edilmesi gereken zorunlu birimler midir? 

Peki şöyle bir senaryo düşünelim: Diyelim dünyada ani bir değişiklik oldu (buzul çağı başladı): çoğunluk tümden yok olurken; o elenmesi gereken özellikler, o sakat, arızi genlere sahip "normatifliğe uygunsuz" bireyler hayatta kalmayacak mı? Tüm o akla uygunluk, normatiflik, normal bireyler tuzla buz olmayacak mı?

Öyleyse doğa, Tura'nın kitapta öne sürdüğünün aksine rasyonel'den çok daha fazla "bilinmez" bir gidişatı da içinde taşır. Doğa dişil ve tekinsizdir. Ani kırılmalar, kaotik dallanmalar doğa dinamiğinin temel bir parçasıdır ve Tura'nın ontolojisi bunu içerecek yetkinlikten uzaktır: Nature does not exist.

Varolmakta olan, kapalı bir kutuya sıkıştırılamayacağından sürekli arıziyi içinde barındırmak zorundadır; değişimin ruhuna aykırdır böylesi olası bir kapalılık. Arızi'yi bir sistemin yoketmeye çalıştığı bir dışkı olmaktan çok ötede, o sistemin tanımında rol oynayan olarak değerlendirmek gerektir. Zira, bu sayede varolan, kapalı ve sıkıcı bir denkleme uygun hareket etmekten öte, kendi gidişatını zenginleştirme olanağı bulabilir. Tura'nın ontolojisi bu yüzden kapalı eril bir yasa'nın boyunduruğu altındadır ve doğa'nın düzensizde beliren anlıksal düzenini açıklayamamaktadır.

Tura'nın ontolojisinin (ilki kadar canalıcı olmasa da) ikinci temel problemi Althusser'den ve dolayısıyla Bachelard'dan devşirdiği "öznesiz süreç" miti'dir. Elbette Descartes'ın zihin / beden ikiliğinden hareketle ortaya çıkan "özne" tanımının sorunluluğuna itiraz etmek zor. Bunu çoğu günümüz bilişsel ve nöro -bilimcisi de kabul eder zaten. Fakat Kartezyen özne'nin sorunlu tarafları bir "özne"nin varolmadığını kabullenmek, onu dışta bırakmak anlamına gelmez kanımca.

Eğer Tura'nın söylediği üzere madde varolmakta ısrar ediyorsa, Schopenhauer'in "istenç" dediği özü içinde taşıyor demektir. Öyleyse özne vardır. Özne, nesnenin özel bir biçimidir sadece. İki nesne etkileşime geçtiğinde, ikisinden biri diğerini daha fazla etkiler. Etkin olana özne, edilgene de nesne denir (diyorum).

Tüm bu nesneler arası etkileşimi es geçsek bile, Tura'nın Spinozist / panteist bir ilhamla bahsettiği varolmakta olan nesneler yığınının dev bir "özne" olmadığını kim iddia edebilir? Yine de buralara kadar gelmeden, bu denli ileri gitmeden önce temkinli olmakta fayda var.